“Öpüp Çıkıp Gittim Yelelerini…”
Gözpınarlarındaki nem, Nisan yağmurları kadar tazeydi.
Ve inançlarımız kadar sağlam basıyorlardı toprağa...
Bir çok yönden benziyorduk birbirimize. Yüreklerimiz aynı aşkla atıyordu. Yekvücut olup, geniş bozkırları yudum yudum içtiğimiz vakit, gerçek aşkın ne olduğunu daha iyi anlamaya başlıyorduk.
Atlar, bizim diğer yarımızdı yeryüzündeki.
Bir bütünün iki parçasıydık.
Pek çok canlı gelip geçiyordu hayatımızdan. Ancak insan dışında, göz göze bakabildiğimiz, aynı duyguyu paylaşabildiğimiz yegâne varlık, atlardı.
Bir gün doludizgin boşanan atlarımızla
Yerden yedi kat arşa kanatlandık o hızla
Cennette bu gün gülleri açmış görürüz de
Hâlâ o kızıl hâtıra titrer gözümüzde
Güzel atlar…
Haçlı ordularının şövalyeleri, sert tabiatlı aygırlarıyla gelmişlerdi “güzel atlar ülkesi” Anadolu’ya. Onların karşısına çıkan Anadolu yiğitleri ise aygırlara değil kısraklara binmişlerdi. Çünkü Türkler’de at, namus gibi, avrat gibi, silah gibi sahiplenilen, aşkla bağlanılan bir şeydi.
Ve kutsaldı.
Hürmet edilen, bahsi geçince saygıyla hatırlanan varlıklardı atlar. Kesilip yenmesine cevaz verilmişti, çünkü “temiz”di. Fakat istisnaî kıtlık günleri dışında yenmezdi, çünkü hürmete lâyıktı.
Atlara hizmet edenin hem bu dünyada, hem de öbür âlemde bahtının açık olacağına inanıyorduk, zira Hazret-i Peygamber böyle müjdelemişti. Şehirler bizi sıktıkça ve mengene gibi parmaklarıyla boğazımıza sarıldıkça, dağlara ve atlara sığındık.
Geçtiğimiz şehirlerde en cana yakın bulduğumuz onlardı:
Bir kentten geçtim
Buğdayları yakıyorlardı
Yedikleri pirinçti
Birbirlerine açılan borular gibi üfürüyorlardı
Sonra birbirlerinden borular gibi çıkıyorlardı
Pirinçler gibi çoğalıyorlardı
Atlarını yalnız atlarını cana yakın buldum
Öpüp çıkıp gittim yelelerini
Şehrin hercümerci içinde unuttuğumuz duyguları yeniden tattıran bir doğum haberi aldım dün. Atlarına yem verip, onlara hizmet etmeyi, üniversitedeki kariyerine tercih eden bir dostumun, umut kadar taze, umut kadar diri bir tayı doğdu.
Hoş geldin Küheyle.
Kalbimizde estirdiğin meltem için teşekkür ederim.
__________________________
Notlar:
a. Birinci şiir Yahya Kemal’e, ikinci şiir Sezai Karakoç’a aittir.
b. Bu yazı, bundan yaklaşık 12 yıl kadar önce kaleme alınmış ve Başka İstanbul Gazetesi’nde yayınlanmıştır.