“Düşmanlarımı bağışlıyorum...”

Sanırım Eylül, şehrin hırgürü arasında, alıcıları, hassas titreşimleri hala seçebilen kalpler için derinden derine bir titreyişin, ürperişin adıdır.

Eylül öyle bir kelimedir ki, tek başına söylendiğinde bile, içimizdeki karabasanların, huzurlu bir dinginliğe yer açtığını hissederiz. Sıcak veya soğuk olmayan, ılık ile serin arasında gidip gelen rüzgarların, bizi derin fakat huzurlu duygularla kuşattığı, daha doğru ifade etmek gerekirse, donattığı bir aydır Eylül.

Yaz curcunasının sonu, sonbahar hüznünün başlangıcı... Fırtınalı bir denizin durulmaya başladığı, öfkenin merhamete dönüştüğü, aceleciliğin sabırla dizginlendiği ay.

Bence başlı başına bir mevsim, Eylül.

Yaz da değil, sonbahar da. Hele kış ve ilkbahar hiç değil. Belki Osmanlı’nın son dönemleriyle Cumhuriyetin ilk yıllarını kalemiyle etkilemiş yazarların ifadesiyle “son yaz”. Yahut adlı adınca Eylül, işte. Beşinci ve en güzel mevsim...

Böylesine güzel duygularla bizi karşılayan bir mevsim olur da, şairler ona kayıtsız kalabilirler mi? Elbette hayır. Belki de hemen bütün şairlerin, hele hele İstanbul’da yaşamış olanların, kalem dokundurmadan geçmediği, geçemediği Eylül’le ilgili şiirlerden sadece bir tanesini seçtim sizin için: Ataol Behramoğlu’ndan “Eylül sabahının serinliği”.

Eylül sabahının serinliğini
Yaprakların serinliğini
Ciğerlerime dolduruyorum

Sessizlik ve serinlik
Birleşiyor
Yıkanmış güvercinler
Ve çok uzakta bir tren sesi

Her zaman yeniden başlamak duygusu
Doğuyor içimde
Her uyanışımda

Düşmanlarımı bağışlıyorum
Daha çok seviyorum dostlarımı
Her uyanışımda

Eylül sabahının serinliğini
Yaprakların serinliğini
Yüreğime dolduruyorum

Bırakın dostlarımızı daha çok sevmeyi, düşmanlarımızı bağışlatan mevsim, Eylül geldi. Sessizlikle serinliği kaynaştırarak kalplerimize ilham ettiği dinginlik duygusuyla karşıladı bizi..

Yüreğinizin, yaprakların ve Eylül sabahının serinliğiyle dolmasını diliyorum.


Bu makale, Dişhekimliği Dergisi’nin 65. sayısında yayınlanmıştır, Eylül 2005.

Popüler Yayınlar